24 Ocak 2017 Salı

SUYU AZİZ BİLENLER


Ab… Yani su. Temizliğin, arınmanın, saflığın en iyi temsili olan. Yaradanın ve Hz. Peygamberimizin ehemmiyetle üzerinde durduğu, dikkatimizi çektiği manevi arındırıcı. Müslümanların “aziz” bildiği. İslam dünyası suya maddi anlamının dışında manevi bir anlam yüklemiş ve onu aziz, mübarek bilmiştir. Bundandır ki eski devir su kaynaklarında bile bir ruh vardır. Atalarımız bir büyüğe nasıl su ikram ederken saygı ve edeple bekliyorlarsa başlarında, çeşmelerimizi sebillerimizi de tıpkı bir büyüğe hürmet eder gibi ince ince düşünüp inşa etmişlerdir. 
Bu ehemmiyetin ve saygının gösterilmesinde hiç şüphesiz "Ve minel mâi kulle şey’in hayy (Hayatı olan her şeyi sudan yarattık.)"ayetinin büyük önemi vardır. Yazımızın konusu suyu aziz bilen ecdadın su daha musluklardan akmaz iken onu halka ulaştırdığı yapılar ve onların zarafeti ile ilgili olmasının yanı sıra gördüğümüz yapıların ne olduğuna vakıf olalım isteğidir. Ben burada yalnız onlar hakkında bilgi verebilirim lakin onların ruhunu hissetmek için gidip yerinde görmeniz ve biraz o dönemleri hayal etmeniz gerekecek.


(Müsenna hat ile yazılan "Ve Minel Mâi Kulle şey’in Hayy” ayetinin yazılı olduğu bir çeşme örneği -Süleymaniye Camii'ne giden yol üzerinde, Bozdoğan kemeri altında bulunmakta-)


Hiç şüphesiz su insanlara nasıl ulaşırdı dediğimizde akla ilk gelen şey “Çeşmeler” olacaktır. Lakin çeşme deyip geçmemeli, zira Müslüman mahallesi 2 yapı etrafında hayat bulur ve canlanır; Mahalledeki mescid ve meydandaki çeşme. Bu çeşmede su sırasını beklerken hemhal olur kadınlar, birbirine sevdalanmış yürekler belki ilk defa bir çeşme başında karşılaşır, oynamaktan yorulan çocuklar bu çeşmeden bir yudum alarak ferahlar. İşte buyrunuz, “nefes alan ve aldıran” bir çeşme böylece karşımızda.

Osmanlı çeşmelerine bakacak olursak sadakayı cariyeye niyetlenen kişiler tarafından yapılan çeşmeler genelde bir mahalle meydanında, bazen bir cami bir mektep yahut tekke yanında yapılırmış. Yani insanın en fazla olduğu yerde. Üzerleri talik veya müsenna hatla süslenen yapılarda su ile ilgili ayetler, hadisler ve kısaca yaptıranın bilgileri yer alır. Çeşmelerin yan kısımlarında genelde su kovalarının konulması ve içenin üzerine su sıçramaması için yalaklar bulunur.


(Klasik dönem Osmanlı çeşmesine bir örnek. Birçoğu bugün ne yazık ki böyle perişan bir halde...)


Lale Devri ile birlikte Osmanlı Toplumunda sebil ve çeşme yapımı artacak ve Lale Devrinin getirdiği yenilik hareketleri şüphesiz her alanda olduğu gibi mimari alanda da kendini gösterecektir. Bu değişim rüzgarı çeşmelerde de fark edilecektir. Daha önceleri genelde hep bir yapıya bağlı olan çeşmeler artık bir “Meydan Çeşmesi”olarak karşımıza çıkacaktır. Temel anlamda barok özellikler taşıyan ihtişamlı meydan çeşmeleri; kullanılan çini süslemelerle, mihrabı andıran süslemeleriyle ve her yanı çevreleyen hat yazıları ile bizlere mimaride Osmanlının kendi üslubu ile barok stili ince ince nasıl işlediğini de göstermektedir.


(Meydan çeşmesi denilince akla ilk gelen çeşmelerden 3.Ahmet Çeşmesi bunun en güzel örneklerindendir.)


Suyu ulaştıran bir diğer yapımız ise “Sebiller”dir. Genelde Selatin yapılarda ve varlıklı, devlet erkanı tarafından yapılan cami, külliye gibi yapılara birleşik olarak bulunurlar. Günümüzde bir çoğu ne yazık ki büfe olarak kullanılsa da eski devirlerde öyle mi; adeta bir ikram ve muhabbet yeri. Zira sebillerde çeşmede olduğu gibi sadece su içilmez; bayramlarda, kandillerde, şehzade doğumları ve sünnetlerinde buralarda türlü türlü şerbetler içecekler ikram edilirmiş. Sadece Divanyolu üzerinde yürürken bile kimi büfe kimi kitapçı olmuş birçok sebil görebilirsiniz. Lakin “yaşayan bir sebil” görmek isterseniz Üsküdar Yeni Valide Camii'ne gitmeniz gerekecektir. Caminin bir parçası olarak bulunan sebil tıpkı eski devirlerdeki gibi işlevini sürdürmekte. Sizin “Su alabilir miyim?” demenize bile gerek kalmadan sular sebilin içindeki masaya konulmuş oluyor ve sizde hiçbir şey demeden alıp suyunuzu yudumluyorsunuz. Suyu da öyle acı, tatsız bir su değil tam aksine ferahlatıcı, susuzluğunuzu gideren cinsten, leziz bir sudur. Kandil ve bayramlarda şerbet ikram edilmesi de ayrı bir güzellik. Sular şehri olarak bilinen İstanbul'da var olan yüzlerce sebilden sadece birinin işlevini sürdürmesi de trajikomik bir durum.


(Günümüzde büfe olarak kullanılan sebillere bir örnek. Yan kısmında ise sebille birleşik çeşme bulunmakta, sebillerin yanına ayrıca çeşmeler de yapılırdı.)


Sebillerde, tıpkı her eserde olduğu gibi hat sanatı ile süslenmiş ve bakanın göz zevkini doyurmakta. Ama buradaki süslemelerde diğer yapılardan farklı olarak hat yazıları sebili alabildiğine çevrelemiştir. Bu yapıya estetik bir görüntü kazandırdığı gibi bânisinin yarınlara söylemek istediği çok şeyi var herhalde diye düşünmeden edemiyor insan.


(Günümüzde İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsü'ne ait olan Seyyid Hasan Paşa Medresesi Sebili ve Çeşmesi)

Suyu adeta raks edercesine ileten en zarif diğer yapımız ise “Selsebil.” Adı bile kulağa ne hoş geliyor değil mi? Selsebil aslında Kuran-ı Kerimde geçen bir ayetin (İnsan Suresi/18.Ayet) İslam mimarisinde ete kemiğe bürünmüş hali desek yanılmış olmayız. Zira cennette sürekli çağlayan bir pınarın adı olarak geçen selsebil bundan esinlenerek aynı isimle ortaya çıkmıştır. Kat kat süslerle bezenen selsebillerde su, bu katmanlardan her daim akar ve böylece hoş bir akustik oluşturduğu gibi görsel bir şölen de sunar bizlere.


(Topkapı Sarayı bahçesinde bulunan bir selsebil örneği. Su buradaki katmanlardan bir çağlayan misali akar ve hoş bir akustik ortaya çıkarır. Saray efradı yahut saraya gelen halk buradan su içebilir.)


Daha çok saraylarda, yalılarda yaşayan üst düzey bürokratların ve devlet adamlarının yaşadığı mahallelerde gördüğümüz selsebillerin bir istinası vardır ki o da Haseki Hürrem Sultan Hamamının At Meydanına bakan kısmında bulunan aynı isimli selsebildir. Bu aynı zamanda İstanbul halkının hizmetine de sunulmuştur.
Bu selsebil bir yaz günü sıcaktan bunalıp yanına gittiğinizde sadece akan suyun sesiyle bile sizi rahatlatıp ferahlatabilir. Bu suyun sakinleştirici etkisinin yanı sıra Doğu toplumlarının ona yüklediği huzur verici manası ile de ilgilidir. Bir yaz günü Sultanahmet'e yolunuz düşerse bu küçük ama abidevi yapıyı bu gözle bir dinleyin derim. Ayrıca soğuk, karlı bir kış gününde rotanızı muhakkak oraya çevirin, zira herkese görmek nasip olmayan bir güzellik ve zarafetle bambaşka bir şekle bürünüyor.


(Haseki Hürrem Sultan Selsebili)

Kadırga taraflarına doğru yürürken Esma Sultan Parkının yanında meydan çeşmesine benzeyen bir su yapısı görürsünüz. Fakat çeşmenin yan tarafında çeşmeyle bitişik bir merdiven, “Bunun burada ne işi var?” gibi bir soru oluşmasına neden olur kafanızda, işte bu yapı suyu halka ulaştıran bir çeşme, aynı zamanda bir “açık hava mescididir” yani bir “Namazgah"tır.


(Esma Sultan Namazgahı ve Çeşmesi)


Adı, görüntüsü ve özellikle işlevi ile suyun mana kazandığı en güzel eserlerimizdendir. Suyun mana kazandığı diyorum çünkü; Namazgahlarda alt çeşme kısmında önce susamışsanız suyunuzu yudumlar, elinizi yüzünüzü yıkar maddi kirlerinizden arınır, ardından bir güzel abdestinizi alır ve o merdivenlerle üst kata çıkıp huşû içinde namazınızı kılıp manevi kirlerinizden arınmış olursunuz. Suyun temizleyici özelliğini burada sonuna kadar tecrübe edersiniz. Bir zamanlar sadece İstanbul'da 153 civarı namazgah olduğu biliniyormuş fakat bugün bir çoğu ne yazık ki bakımsız, suyu akmayan, harap bir şekilde ya çürüyüp toprağa karışacakları yada bir kepçe darbesi ile İstanbul sokaklarından silinecekleri günü bekliyor. Tıpkı çeşmelerimiz, sebillerimiz ve daha pek çok tarihi yapılarımızda olduğu gibi…

*Havva DÜNDAR


Yararlanılan Kaynaklar:
DİA Selsebil Maddesi
Dünya Bizim.com/ Nidayi Sevim/ İstanbulun 153 Namazgahı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder