13 Ocak 2017 Cuma

Kafkasya: Acı Vatan



Kafkas sıradağları, Avrupa ile Asya arasında yükselen oldukça büyük bir duvar hüviyetindedir. 
Kafkasların iki değişik ırktan meydana geldiğini söyleyebiliriz; Hint-Avrupa ırkı ile Moğol ve Tatar kökenli topluluklardan oluşan Turan ırkı.

Bölge halkları diğer coğrafyalardan sarp kayalıklar ile tecrit edildiklerinden birbirleriyle sıkı bağlar kurmuş ve zamanla ortak adet, gelenek, sosyal yaşam, törensel davranışlar kazanmışlardır. Örneğin; kadına duyulan saygı, konukseverlik yasası, kardeşlik yemini...

Rivayet odur ki, bölgede bir efsane dolaşır dilden dile... Dil dağıtan bir melek Kafkasya dağlarına geldiğinde yorulmuş ve sepetindeki tüm dilleri oraya döküvermiştir. Bölgede ki dil çeşitliliği sebebiyle coğrafyacılarca Cebel-i Elsine yani Diller Dağı olarak anılan Kafkasya yöresi, gerek coğrafi gerek etnografik nedenlerden ötürü bölgede ki Roma, Sasani, Osmanlı gibi devletlerin mutlak hakimiyetine imkan vermemiştir.

Kafkas halklarının tarihini 3 temel dönemde inceleyebiliriz.

Birinci dönem, 3000 yıllık büyük işgaller dönemidir. M.Ö. 1200'lerde Kimeryalıların Güney Rusya'da gözükmesiyle başlayan bu dönem 19.yy.'da Çarın egemenliğinin kabulüyle sona erer.

İkinci dönem ise, Kafkas Dağlı halklarının Çar ordularına karşı direnişini kapsayan dönemdir. 
Bu dönem Çeçen Mansur liderliğinde Ruslara karşı açılan ilk kutsal savaş ile başlar. 
Bu dönem içerisinde; Gürcistan'ın Ruslar tarafından ilhakı, aynı tarihlerde bazı Dağıstan kabilelerinin, Osetlerin, İnguşların boyun eğmesi, 1858'te Şamil'in teslim olmasıyla Kafkas savaşını sona ermesine kadar yaklaşık 40 yıllık bir direnişi barındırır.

Üçüncü dönem ise 1858'de Dağıstan'ın ve 1864'te Kuzey Kafkasya Çerkeslerinin yenilgiyi kabulünden günümüze dek sürer ve henüz tamamlanmamıştır.
Kimilerine göre Kafkasya Savaşı yeni başlıyor...

Lakin genele bakıldığında bu coğrafyanın uzun vadede kazananı Rusya oldu. İran, (Gülistan ve Türkmençay ant.) ve Osmanlı ( Edirne ant.) Kafkasya üzerindeki tüm haklarından feragat edince bölgedeki halk Osmanlı'ya idari açıdan bağlı olmadıklarını, sadece halifeye bağlı olduklarını dile getirerek işgale karşı çıktılar. 
Artık Kafkasya halkları tek başına bir mücadele vermek zorundaydılar.
Hatta Çerkesler ile ilgili şöyle bir hadise aktarılır;
General Rayevski, Sultanın bu toprakları Çara bıraktığını bildirmek için Şapsığlar kabilesinin şefini davet eder. Şef, Rayevski'ye şunu sorar: "Sultan, ne olursa olsun bir şey ödemeyi asla kabul etmeyen bizleri hangi hakla Rusya'ya veriyor?"
Sonra ağacın üstünde tünemiş kuşu gösterir ve şöyle der:

"General, şu kuşu sana  veriyorum. Git kendin al!"

Bu söz ile tartışma sona erse de, Kafkasya'daki direniş yıllarca sürecektir.

Her ne kadar bölgede gaza hareketi vasfında Nakşibendi tarikatı öncülüğünde mücadele edilse de, Kırım Savaşı'nda önemli bir fırsatı İmam Şamil ve Osmanlı irtibatsızlığı sebebiyle kaçıran halk, İmam Şamil'in esir düşmesinden sonra 6 yıl kadar daha mücadele edebilmiştir. 

Bu süreçte çatışmaların yanı sıra güçlü bir ambargo uygulanıyordu. Hiç bir geminin Kafkasya limanlarına yanaşmasına müsaade edilmiyordu. 
Hatta bir dönem, tuz sadece Rusya üzerinden karaborsa yoluyla gelebildiği için Kafkas halkları tuz kullanmanın ihanet olacağı kararına varmışlardı. 
1845'te Çerkeslerin durumu iyice kötüleşti. Kıyıdaki ambargo güçlendirildi, Kafkasya topraklarında büyük bir kuraklık ve beraberinde açlık yaşandıysa da Çerkezler silah bırakmaya yanaşmıyorlardı. 
Çerkeslerin en gururlu kabilesi olan Ubıhların prensi Berzeg beyin teslim olmasını öneren Rus generale yanıtı ise çarpıcıdır: 

"...Onurlu insanlar kılıçlarıyla susturamadıkları insanları aç bırakarak mı yenmek zorundadırlar?(...) Sizin ekmeğinizi istemiyoruz, sadece onu başka yoldan bulma özgürlüğümüzü istiyoruz."

Kafkasya, kan ile sulanmış bir coğrafyadır bir çok coğrafya gibi. Ama bakıldığında sadece Kafkas halklarının değil Rusların da mezarı oldu bu bölge. Zira kalelerde tecrit hayatı yaşayan Ruslar yanlarında top bulunmadığı durumlarda kaleden çok uzaklaşamıyorlardı, çünkü ani baskınlar sıklıkla tekrarlanıyordu. Birde Kafkas halklarının geceleri hep orada olduklarını belirtircesine attıkları korkunç savaş çığlıkları askerin psikolojisini alt üst ediyordu. Rivayete göre bu çığlıklar, melankoliyi, hüznü ve vahşiliği, savaş arzusunu içinde barındırırmış. 
Zorlu geçen bir direniş sürecinin ardından 21 Mayıs 1864’de Soçi yakınlarında Kbaada Vadisi'ndeki savaş Çarlık Rusya'sının galibiyetiyle sonuçlanırken, Çerkesler için de "sonun başlangıcı" oldu.

Rusya'nın bölgede güttüğü stratejinin özü demografik üstünlüktür. 
Bu sebeple bölge halkına iki seçenek sunulmuştur; ya iç bölgelere göç edecekler ve asimile olmayı göze alacaklar, ya da Halife'nin vatanına hicret edecekler ve ata yadigarı topraklarından ayrılacaklar.

Çoğunluk Halife'nin vatanına hicretten yana tercihini kullandı. Kalanlar ise çeşitli asimilasyon politikalarının kurbanı olarak, dinini, dilini, kültürünü kaybetti. 

Mevsimler kışı gösteriyordu. 
Dağlarına veda eden halk, küçük bir sahil şeridine sıkışmış durumdaydı fakat Rusya, Osmanlı'nın mevsim şartları normalleştiğinde göçü gerçekleştirmesi yönündeki ısrarlarına kulak asmadı.
Yüz binlerce insan Kafkasya'nın limanlarında soğuktan, salgın hastalıklardan hayatını kaybetti. Göç hadisesi esnasında 600 binden 2 milyona kadar varan kayıp tahminleri var.

Tarih sayıları belirtir, acıları değil. Bir insanın yaşamı söz konusu olduğunda istatistik değerlerin yüzüne kimse bakamıyor.

Binlerce insan zor iklim şartlarında trenlerde, garlarda, gemilerde, kara yollarında açlık ve sefaletle başa çıkmaya çalıştılar. 

Donan annelerinin yanından ayrılmayan bebekler, bebeği öldüğü halde onu denize atmasınlar diye hala ninni söyleyen anneler, gemi seyir halindeyken denize düşen çocuklar ve onlar için durmayan gemi mürettebatları, balık istifi gibi bir gemiye standardının 4-5 katı fazla bindirilen insanlar... Sırf daha çok para kazanmak için gemileri belirli açıklığa getirip insanları denize atan denizciler... 

Çok acı hatıralar zihinlerde yer edindi ve keskin sosyolojik gerçekliklerle göç mefhumu insanların yüzüne çarpıldı. 
Lakin Çarlık, Karadeniz'de boğulan yaklaşık 1,5 milyon insanın sürgün edilişini resmi tarihine "gönüllü olarak göç" diye yazdı. 

Çerkesler tüm coğrafyalara nar taneleri gibi dağıldılar. Aklınıza dahi gelemeyecek coğrafyalarda günümüzde Çerkeslerin varlığına rastlamak mümkün. Çoğu Türkiye'de olmak üzere Ürdün, Filistin, Endonezya, Irak, Amerika, Suriye, Mısır, Libya gibi pek çok ülkede mevcutlar.

Bugünlerden dönüp 1864'e baktığımızda, yakılan ağıtları, Karadeniz'in karanlığını, ölümleri, yitirilmiş umutları, uzun yıllar balık yemeyen Çerkes ahalisini, Osmanlı'nın coğrafyasında dağılmış aileleri, ve tekrar bu memleketi vatan olarak benimseyen Çerkesleri görüyorum.

İnsanın doğup büyüdüğü yerden sonraki vatanı; ona kapısını şartsız açan ülkedir. 
Yukarıda yazılanlar, sebepler ve sonuçlar, biraz düşününce bugünleri ne kadar da anımsatıyor insana değil mi?
Aslında ihtiyacımız olan yegane şey, kardeşçe yaşamak. 

Unutmayın!
Türkiye;
Tarih boyunca Abhazlar, Afganlar, Ahıska Türkleri, Azeriler, Boşnaklar, Bulgaristan Türkleri, Çerkesler, Cezayirliler, Gürcüler, Irak Kürtleri, İranlılar, İspanyollar, Kazaklar, Kırgızlar, Kırım Tatarları, Museviler, Polonyalılar, Ruslar ve Suriyeliler için vatan oldu. 

Ve bu coğrafya her zaman birileri için vatan olacaktır.

*Asya Setinay KARAGÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder