1 Mayıs 2017 Pazartesi

Rönesans ve Thomas More Perspektifinden Hümanizm

Bir meseleyi açıklamak iki şekilde mümkündür. İlki o meselenin anahtarı mahiyetinde olan kelimeyi bulmaktır. Bu anahtar kelime bulunduktan sonra ikinci aşamaya geçilir. İkinci aşamanın konusu ise lügat ve ıstılah bilgisidir. Böylece açıklanmak istenen veya anlamaya ihtiyaç duyduğumuz meselenin temeline inmiş onu kendi akıl ve mantık süzgecimizde belli bir yer edinmesine vesile oluruz. Buradan yola çıkarak bu yazıda Hümanizm’i anlatmaya gayret etmek ile beraber onun Rönesans’ın ortaya çıkmasındaki etkilerine değinecek ve finalde Thomas More’un hümanizm anlayışını kalemimizin gücüyle ortaya koyacağız.


Şimdi Rönesans ve Aydınlanma dediğimiz ağacın tohumu Hümanizm dediğimiz anlayıştır. Yani yukarıda da bahsi geçen anahtar kelimemiz, bize temeli gösterecek kelime, Hümanizm’dir. 

Hümanizm lügatta Yunan ve Latin kültürü ve insanlık anlayışını benimseyip, iyilik, doğruluk, özveri, bilgelik gibi insan erdemlerini temel alan ve bu çerçevede insana değer atfedilmesini değer verilmesini bir nevi birey olarak ele alınmasını başlıca esas kabul eden anlayıştır. Istılahta ise insanı her türlü prangadan kurtarıp onu hür ifadeli bir birey haline getirmek demektir. Sanırım bu vesileyle zihnimizdeki sis perdesini aralayarak hümanizm kelimesinin temelini oluşturduk. Aralayarak diyorum çünkü tarih ve medeniyet algısında çığır açmış bir anlayışı böyle ufak tanımlamalarla ve genel geçer ifadelerle tam manasıyla açıklamak mümkün değildir. Bunlar bahsedildiği gibi sadece fikir mahiyetindeki insanı araştırmaya ve anlamaya sevk eden birer kıvılcımdır.


-Orta Çağ Avrupası’nın Genel Tasviri-

Hümanizmin ortaya çıkış aşamasını ele almak için evvela Orta Çağın hususiyetlerini iyi bilmemiz gerekir. Orta Çağ dediğimiz zaman aklımıza gelenler arasında en parlak olanı Din mefhumudur. Kısaca Orta Çağ dinlerin ve mezheplerin devridir desek yanlış olmaz sanırım. Zira Orta Çağ’da her ne yapılmış ise din adına yapılmış ve dini temel amaç edinmiştir. Bu hem Doğu hem de Batı medeniyetinde böyledir. Batı medeniyetinden yolumuza devam edelim.

Orta Çağda Batının temsilcisi olan Avrupa’da en etkin ve hakim güç hiç şüphesiz Romada meskun bulunan papadır. Öyle ki Papalar isterlerse krallara taç giydirir isterlerse kralların taçlarını büker isterlerse de yer ile yeksan ederler. En geniş yetkilerle donatılmışlardır. Çünkü Avrupa Hristiyanlarının mantığına göre Papa hem Tanrının yeryüzündeki temsilcisi hem Tanrı tarafından kutsanmış ve kemal sıfatlarla muttasıf ilan edilmiş hem de ledünni ilme mazhar olmuştur. Yani bir nevi Papa dokunulmazdır ve kaydı hayat şartıyla görevini ifa etmek durumundadır. Ona isyan Tanrıya isyan etmek ve ona başkaldırmak Tanrıya baş kaldırmak ile müsavidir.




Papalar ve onun temsilcisi konumundaki Kiliseler ve papazlar 15.yy sonlarına doğru halkın gözünde tabiri caizse artık çekilmez birer mahlukat ve soyguncu hüviyetine büründüler. Hem Türklere karşı galebe çalamıyorlar hem de halkı günah çıkarma ve cennetten toprak vadetme ritüelleriyle birer sömürü aracı olarak kullanıp zenginleşiyorlardı. Bağışta bulunmayanları yahut kendileri için tehlike arz edenleri aforoz veya asılmak suretiyle idam ile işini bitirip halkı sindiriyorlardı. Kısaca Orta Çağ dediğimiz devrin karanlık yüzünü bu şekilde açıklıyoruz.

-Hümanizmin Ortaya Çıkması ve Gelişmesi-

Temel Britanica Ansiklopedisinin Hümanizm maddesi bize çelişkili olmak ile beraber Hümanizm ortaya çıkışını anlatıyor ve veciz bir Hümanizm tanımı yapıyor. Buyurun gözden geçirelim:
“1453’te İstanbul’un Türkler tarafından alınması üzerine, Eski Yunanca ve Latince pek çok el yazması Avrupa’ya kaçırıldı. Bu metinlerde insanın yazgısını tek başına belirleyebileceği, tanrıların bunu gözlemekten başka bir şey yapmadığı düşüncesi yer alıyordu. Bu ve dinin öbür dünya beklentisini sorgulama cesaretini bulan Hümanizm akımının öncüleri Rönesans’ın doğmasına olanak sağladılar. Bununla birlikte hem insanın gücüne inanan, hem de dinsel inançlarına bağlı kalan bu ilk hümanistler ile Kilise arasında hiçbir çatışma olmadı.

Çok geçmeden resim, heykel, mimarlık, edebiyat, felsefe ve bilim alanlarında insan başlıca konu oldu. İnsanı anlama, davranışlarını açıklama ve kişiliğini yönlendirme eğilimleri belirledi.





Hümanizm akımının öncüsü İtalyan şair ve düşünür Francesco Petrarca’dır. Petrarca eski Yunan ve Latin yazmalarını topladı ve bunları yeniden açıklayarak yorumladı. Petrarca’ya göre sevgi, irade ve akıl birbirine bağlı üç ögedir; insan bu üçüyle bütünleşmiş düşünen bir varlıktır. Petrarca’dan başka İtalya’da Giovanni Boccaccio ve Leon Battista Alberti Hümanizm akımına öncülük ettiler. 

Hollanda’da Desiderius Erasmus, İngiltere’de Thomas More Fransa’da François Rabelais ve Michel de Montaigne felsefe, bilim, sanat ve edebiyat alanındaki yapıtlarıyla daha sonraki çağlarda da etkili oldular. William Shakespeare İngiliz dilinde, John Wolfgang von Goethe ise Alman dilinde hümanist Kültürün en yetkin ürünlerini verdiler.”





Şimdi üçüncü paragrafa ve yapılan Hümanizm tanımına kesinlikle katılmakla beraber ilk paragrafta yer alan ortaya çıkış hadisesi bendenize göre kusurludur. Zira İstanbul’un fethine kadar Avrupa’da özellikle İspanya’da 11. yüzyıldan itibaren faaliyet gösteren bir tercüme bürosu vardı ve buralarda gerek eski Yunan ve Latin Felsefe eserleri gerekse Endülüslü alimlerin eserleri tercüme ediliyordu. 

Aynı zamanda bu tercüme faaliyetleri İtalya’da da 11. yüzyıldan itibaren vardı. Böylelikle daha İstanbul’un fethine kadarki yaklaşık 4 asırlık süre zarfında bir altyapı oluşmuştu. Yani Hümanizm buna bağlı olarak Rönesans, İstanbul’un fethiyle İstanbul’dan apar topar kaçan Doğu Roma filozoflarının ve götürdükleri kitapların tercümesiyle bir anda ortaya çıkan bir mefhum olmayıp bilakis İstanbul’un fethiyle hızlanan ve gelişimini sürdüren bir mahiyet arz eder. Meselenin esas can alıcı noktası burasıdır.





Aslına bakılırsa bu “fetihten kaçan filozofların Rönesans öncüsü oldukları iddiasını” 19. Ve 20. Yy zarfında Avrupa ortaya atmıştır. İfadenin en sarih versiyonu Süleyman Hayri Bolay Osmanlı Düşünce Dünyası kitabında şöyle açıklıyor: “1914’de basılmış olan Edith Sichel’in “ The Renaissance” adlı eserinde şu satırlar yer almakta idi. “ Bizans İmparatorluğunun 1453’te Türkler tarafından zaptı, Yunan ilim adamlarının dünya yüzünde dağılmasına ve yazmalarla, heykellerle yüklü şahane bir geminin Batı’ya, İtalya’ya ulaşmasına sebep olmuştur. Bu ve benzeri birçok fikir 19. Ve 20. Asır Batılı tarihçileri arasında yaygın ve hakim idi.”

Daha sonra yine aynı kitabın birkaç sayfa ilerisinde iddianın “2. Dünya savaşında Websters New İnternational Dictionary” nin 1949 baskısında yer alan iddia daha sonraki baskısında çıkarıldığı” nı göreceksiziniz. Ez cümle konuyu dağıtmadan bir karara varacak olursan Hümanizm İtalya’da baş göstermiş daha sonra Avrupa’nın diğer memleketlerine de peyderpey yayılmıştır.


-Thomas More’n Hümanizm Anlayışı-

Thomas More İngiltere’de Hümanizmin öcüsü olmuştur. Ancak onun ölçüsü ilk Hümanistlerden olması hasebiyle Kiliseye karşı sert bir tutum sergilememiştir. Aksine bir dönem Kilise’ye de kapanmış hayatının belli bir bölümünü orada Latince eserler okuyarak geçirmiştir. Daha sonra Kiliseden ayrılıp çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşsa da dinini ikinci plana atmamıştır. Hayatının sonuna kadar Katolik Kilisesine bağlı kalmış en son ölümü de bu bağlılığının zımnen sonucu olmuştur.

Gerek Ütopya kitabında gerekse hayatının özet kısımlarında okuduğumuza göre Thomas More dönemine eleştirel bir bakış açısıyla bakan ve yönetim ve halk arasındaki sıkıntıyı gözler arasına seren bir yapıya sahiptir. O kadar ki yaşadığı sistemi “zenginlerin yoksullara karşı fesat tertibi” diye tanımlamıştır. Ütopya’da Kral hakkında “öyle bir güçtü ki, oradan iyilikte kötülükte yağmur gibi iner halkının üstüne” ifadesini takınır. Kendisi hakkındaki Kralın ifadelerini de şöyle açıklar: “Eğer kafam ona Fransa’da bir kale kazandırsa uçurmaktan asla çekinmez.” Kral 8. Henry her ne kadar entelektüel bir şahsiyet olsa da adı üstünde kraldı. Sonuçta onun da hışmına uğrama ihtimalini yok sayamazdı. İşte böyle bir ortamda deyim yerindeyse düşüncenin ve farklı perspektiflere kapı aralamanın suç sayıldığı bir zamanda fikirlerini örtülü bir şekilde aktarmayı uygun gördü. Bu konuda çok ileri gitmiş olacak ki Ütopya’yı şaka olsun için yazdığını dahi iddia edenler ortaya çıkacaktır.




Onun Hümanizm anlayışında insan ön planda olmasına rağmen başarılı olduğu kısım onu devlete entegre etmesidir. Bu konuda kitabın arka kapağında yayınevinin paylaştığı not efradını cami ağyarını mani bir ifade olmakla konuyu özetler: “ Platon’un Devlet’inde bölüşüm sadece bir sınıfa özgü olduğu halde Ütopyada tüm topluma yayılır. Devlet’te kadınlar ve çocuklar topluma aitken. Ütopyada karı-kocanın birlikte yaşlanıp ölmesi esastır; çocuklar kendi ebeveynleri tarafından büyütülür. Bu hayal ülkede avukata ihtiyaç yoktur; zira yasalar herkesin anlayabileceği kadar açık ve basittir.” 

Aslında bütün mesele bunlarla sınırlı kalmamış. Dahası kitapta geçen çalışma saatlerinin kısalığı, ötenazi, askerliğe olan bakış açısı, hayvanların avlanmasına karşı aldığı tavır hala dünya kamuoyunda tartışılan konulardır.


Velhasıl bu muhalled eserinde Thomas More yüzyıllardır tartışılarak günümüze gelmiş belki de istikbalde de yer alacak birçok sorunu mazide dile getirmeye çalışmış ve buna çözüm bulma eğilimi göstermiştir. Şüphesiz ki bir müellif eserini okunsun ve ondan ilim öğrenilsin için yazar. Bize düşen de doğru okları takip edip hakikat menziline kavuşmaktır. İlim talebesi olmanın ilk şartı hayat boyunca talep etmek ve doğru yoldan şaşmaksızın insanlara hakikat yolunu açmaktır.

Daim selam ve baki ihtiram…


Rönesans ve Hümanizm hakkında yararlanabilecek birkaç kaynak:

* Merry E. Wiesner-Hanks, Erken Modern Dönemde Avrupa, (1450-1600, Kültürel ve Entelektüel Yaşam bölümü)
* Prof. Dr. Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, (Rönesans Felsefesi bölümü)
* Dr. M. Şükrü Akkaya, Hümanim’in Çıkışı ve Yayılışı adlı makalesi
* Aynı zamanda Diyanet İslam Ansiklopedisi’nden ilgili maddelere de bakabilirsiniz.

*Ahmet Hilmi YAŞAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder