17 Şubat 2017 Cuma

Thomas More/Her Devrin Adamı(2)



2. Bölüm: Ütopya “Bir Ulu Rüyayı Görenler Şehri”



Ütopya…
Bir ulu rüyayı görenler ülkesi
Ne yazan sıkılır yazanda seni
Ne okuyan bıkar hayal edende
Bir kuru meczubuz gezen her yerde
Çölde vahasını arayan bir mecnun misali
Bekliyoruz heyecanla o güzel visali

Evet, bu yazıyı okuyan sevgili kardeşim; yelkenleri fora ettik ve güzel bir yolculuğa koyulduk. Azığımız ilim ve ara sıcağımız şiir. Haydi devam edelim bu yolculuğa. Ulaşmak için menzile yardım etsin bad-ı saba…

Ütopya kitabını yazarken Thomas More’un tek amacı hiç şüphesiz ki Mo gibi ya da Atlantis gibi var olmayan ya da var olması muhtemel bir şehri ya da milleti ele almak değildi. Niyeti içinde yoğrulduğu devletin yasalarını, yönetimini, bağlı olduğu kralı ve din adamlarını kıyasıya eleştirmekti. Bunun için ironiyi paravan olarak kullandı. Yalnız bu işi biraz abartmış olacak ki bazıları bunu sadece şaka olarak algıladı. Ama gören göz, yazan kalem, dökülen mürekkep ne için yazıldığına şehadet etmiş olsa şüphesiz ki benim ayak izimi takip edecektir. Tıpkı benim de kitabın mukaddimesini takip edip kabullendiğim gibi. Kitabı kaleme alırken içindeki aşk Rönesans'ın bitmek bilmeyen -okunması yasak olmasa da hoş görülmemesine rağmen- klasikler sevdası ve müthiş hümanizmin getirdiği gönül huzurudur diyerek sade bir ifadeyle açıklamış olalım. Kandilimizi aldıysak artık bu zifiri karanlıkta rahatça yol alabiliriz.

Kitabın adından başlayalım. Evet yukarıda geçtiği gibi kitabın adı Ütopya. Nam-ı diğer “hiçbir yer” açıklaması bu meyanda. Bu ülke uzayda değil yalnız tamamen gerçek de değil sanırım bir sırrı daha ifşa ettik. Yeni Dünya denen bugünün Amerika kıtasında bir yer. Zaten kitabın adından bir ironiler silsilesi ile karşılaşacağınızı anlamışsınızdır umarım. Kitabı 1515 yılında tanıştığı dostu Peter Gilles’in gezgin bir arkadaşı olan Raphael Hythloday’den dinlediği hikayeye dayanıyor. Daha sonra 1516 da bu kitabı yayınlıyor. 

Şimdi burada da ayrı bir latife var. Onu da hemen söyleyeyim kim “Hythloday” latince bir kelimedir ki manası “bol keseden atan” demektir. Bu da bizde “Acaba böyle biri var oldu mu ya da hayali bir karakter mi?” hissi yaratsa da neyse ki kitapta More’un evvela dostu Peter’e bir mektubu mevcut ki bu mektubun hemen ardından Peter Gilles Busleiden’e mektup yazıyor. Bu kişi “bol keseden atan” Raphael mi diye düşündüm fakat fazla karıştırmadım. Zira hazineye ulaşmak isteğiyle yanıp tutuşuyordum.

More, bir ikindi vakti taa güneşin gurub vaktine akşam yemeğine kadar, bu devleti dostu Peter ile birlikte Raphael’den dinliyor ya da dinlemiş süsü veriyor. Biz dinlediğini var sayıyoruz. Amma muhtemeldir ki devrinin şeametinden korkarak onu ironik bir biçimde karşımıza sunuyor. Mesela kitaba Hythloday’in kız kardeşinin oğlu Anemus’un şiiriyle başlıyor. Bu da Latince “rüzgar” demektir. Kitabı iki kısma ayırıyor ki ilk bölümü kısa sohbet eşliğinde kendi ülkesini ve diğer ülkeleri Raphael’in ağzından eleştiriyor böylece Ütopya’yı merak ettiriyor. Sosyal ve ekonomik politikaları yerden yere vuruyor. Ama bu üslubu kralın dikkatini çekmesin diye kitabın başında Kral için “Yönetim sanatının ustası yenilmez Majesteleri İngiltere Kralı 8. Henry” diye başlıyor. Bu açıdan ne kadar basiret ve firaset sahibi olduğunu anlamış oluyoruz. Belki de biraz yalaka demeliyiz. Sanırım bunu tarihçilere bıraksak iyi olacak. Kitabın ilk bölümü böyle sona eriyor. 
İkinci kısmında ise yukarıda geçtiği gibi Ütopya’yı anlatıyor. Tabi onun tahtında tüm ülkeler bunun nasibini alıyor.




Ütopya’dan bahsedelim birazda. Bu devletin anayasası yoktur ya da herkesin anlayabileceği basit bir dille yazılmıştır. Bu devleti kuran kumandan Ütopus henüz Ütopya’yı fethetmeden evvel orada din kavgaları varmış ve savaşan farklı mezhepler, ülkelerini savunmakta bile birbirleriyle işbirliği yapmayı kabul etmiyorlarmış. Onların bu halini gören Ütopus burayı hemen ele geçirmiş ve bir yasa ile dini hoşgörüyü ülkede hakim kılmış.

Ütopyayı biraz okuyanlar anlayacaktır ki More faziletli ve bir o kadar diğerkam bir kişiliktir. Ütopya’da özel mülkiyetin olmaması ve her şeyin devlete ait olması biraz bacasından kominizim dumanları çıksa dahi iyi niyet göstergesi olarak ele alıyoruz bu ifadeleri. Devamında ise bu memleket sakinleri yoksulluğun çaresini paraya asla değer vermemekte bulmuş ve her şeyi ihtiyaca malik olduğu kadar almayı adet edinmiş vaziyette. Giysileri tek çeşit elbise ki bunu her yerde giymekte özgürler. Çalışırken ya da bahçeyi sularken kitap okurken… Bu konuda kimse kınanmaz daha doğrusu dürüst sevecen ve her yönüyle mütebessim bir şahsiyetseniz eğer Ütopya’da hayırla yad edilirsiniz. Orada herkes birbirine iyi davranır ki biriyle küs iseniz kutsal mabede giremezsiniz. Her evde iki köle bulunur. Köleler bazen gözden düşmüş Ütopyalılardır -yalnız bunlara hiç hoş davranmazlar aksine tüm pis işleri bu kişilere yüklerler- bazen de diğer memleketlerden iltica etmiş olan insanlardır. Bunu onlar seve seve yaparlar. Ayrıca Ütopyalılar asla kendi rahatı için başkalarının özgürlüğünü kısıtlamaz yalnız başkalarının özgürlüğü için kendi rahatlarından feragat etmeyi fazilet addederler. Çünkü böyle durumlarda Tanrı onları ödüllendirecektir. 
Ütopya da başkent, “rüya şehir” manasına gelen Amarurottur. Şehrin ortasından geçen nehir, “suyu olmayan” manasına gelen Anydrus’dur. 
Çeşitli bölgelere ayrılı ve her bölgenin Protophylarc’ı (bölge yöneticisi) vardır. Bunlar tek bir kişi Phylarc’a (bilge şahsiyet,başkan) bağlıdır. Dost ülkeler Makaria(mutlu ülke)’dır. Nephelogate’ye (bulut diyar) ise savaşta yardım ederler. 
Düşman ülkeleri Abraxa(Pantolonu olmayan) ve Aloepolitane(Kör diyar)’dır. Bu ve bunun gibi sayısız özelliği vardır Ütopyanın. 

Fakat esas önemli olan kısmı bunlar değildir. Bunlardan kastedilen mana ve bir milletin aynı zamanda bir devletin nasıl olması anlatılmıştır. “Madem önemli değil niye yazdın?” dediğinizi duyar gibiyim. Meramım o güzel merakınızı kamçılamaktır. Böylece sizi kitabın başına oturtmaktır. Şimdi ben kendimce naçizane Ütopyayı anlattım. Şimdi sözü birazcık Thomas More’a vereyim. Sonuçta onun kaleminden anlattık ve onunda konuşmaya hakkı olduğunu tespit ettik ve tabi ki son noktayı onun koymasını istedik. Bir dervişin dediği gibi:
Yoktur dergahımızda söylenmemiş söz
Zira biz gökkubbe ehliyiz
Kibir kokan saltanatlara buğz eder
Hiçbir misafirin sözünü kesmeyiz
Sanma ki tarifi yoktur bu güzel ahvalin
Buna gebedir işte senin kalbin
Bul onu, çıkar o kara sandukandan
İşte yer açıldı sana dergahımızdan…
Aldı sözü Thomas More ve başladı keman ile bir taksim geçerek söze:
Size Ütopya Devleti’ni en doğru haliyle anlatmaya çalıştım. Bana göre Ütopya yalnızca dünyanın en iyi ülkesi değil, aynı zamanda kendisine bir devlet demeye hakkı olan tek ülkedir. Başka yerlerde, halkın yararından söz edenlerin hepsi, aslında kendi çıkarlarının peşindedir. Ütopya’da özel mülkiyet, özel çıkar yoktur…
Aslında, modern dünyadaki sosyal sitemleri gözden geçirdiğime, -yanlışsam Tanrı yardımcım olsun- bu sitemleri düzenlemelerinin sözde sebeplerinin altında, kendi çıkarlarını daha da artıran zenginlerin fesat tertibinden başka bir şey göremiyorum..
Son olarak başka bir isteği olup olmadığını Thomas More soruyoruz. Çünkü gereğinden fazla uzadı yazı. O da son kez kemanını ele alıyor ve şöyle diyor:
“… en büyük saçmalık da bütün sistemin komünizm, yani parasızlık üzerine inşa edilmesiydi.”
Efendim bunu açar mısınız? Diye soracak olduk fakat o çoktan kapıyı kapatmış bizi şöminede ateş ile odunun inanılmaz aşkını seyre bırakmıştı. Neyi kastediyor acaba merak ediyor musunuz?
Evet ve hayırlar curcunalar eşliğinde havada uçuşuyor. Bize sadece kitabı uzatmak kalıyor…
Daim selam ve baki ihtiram…

*Ahmet Hilmi YAŞAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder