13 Şubat 2017 Pazartesi

Thomas More/Her Devrin Adamı (1)




Tarihler zemin ve zaman ışığında akarken insanlar hayatlarını idame ettirdiler. Kimisi zifiri karanlıkta bir kandil mesabesinde yaşadı kimisi sadece yaşadığı devirde nam salan bir mum ışığı mesabesinde. Kiminin sesi ta arş-u alayı titretti kimisi sadece anlaşılamayan muğlak bir ses idi. Ama her insan yaşadığı bu dünyaya dair bir fikir edindi fakat sadece yazanlar gök kubbenin sadasında anıldı. Kimi bu dünyaya ham geldi yanarak alev aldı ve pişerek terk-i hayat eyledi bazısı da sadece cızırtıların ve tınıların melodilerinden bir kuble oldu ya anıldı ya da hiç duyulmadı. 

“Ne dersek boş.” deyip kendi hayatının tüm zevklerini yaşayanları da kabul etti bu hayat “Ne kadar konuşursak ne yazarsak bizden sonrakilere ne aktarırsak belki dünya denen bu kompozisyonda bir satır yer ediniriz dahası belki bir paragraf olabiliriz.” fehvasınca katre katre acı ve gözyaşıyla ama hep bir şeyleri çözerek sorunları hallederek eskilerin deyimiyle hall-ü asan ederek bu hayata gözlerini yumdu. Onun için “Eğer anılıyorsa bir kişi şu karanlık kubbenin insanlarınca/ Mutlaka vaktini ihsan etmiştir bu aciz hayata” diyerek hem kısa bir girizgah yapmış olalım hem de artık demir aldığımız limandan ayrılıp ufka doğru yol alalım. Attığımız adımdan emin geçtiğimiz yolda vecd ile eğrilsin başlarımız. Tütsün ilmin ışığında ocaklarımız ve de fokurdasın artık ilim irfan dolu tenceremiz…

Yazının başlığından yola çıkacak olursak Thomas More 1478-1535 yılları arasında İngiltere’de yaşamış hukukçu, devlet adamıdır. Tabi “Her Devrin Adamı” ibaresinden kasıt bu değildir. Onu “Her Devrin Adamı” yapan amiller karakterli oluşu ve bu karakterini eserlerine başarıyla işlemiş olmasıdır. Devlet adamı olmak yahut adaletli bir avukat olmak ile yüzyıllara hükmedemezsiniz ancak bu fikirleriniz beynel minel mahiyette olması gerekir. Bunun için ardınızda hikayenizi anlatacak sessiz sedasız askerlere ihtiyacınız vardır. Bu askerler işte muhtaç olduğumuz sözcüklerdir kalem o askerin silahı mürekkep bitmek bilmeyen kurşunudur. Nuri Pakdil’in deyimiyle bir destan yazdığınızda onu işin ehline verip “Namluya sürülsün.” demelisiniz ki namınız kıtaları aşsın, fikirleriniz denizleri ummanları doldursun, kaygılarınız yüzyıllardır birçok meseleyi halledecek kıvama gelsin. Ölümsüz olmak ancak böyle mümkündür işte. Bu Lokman Hekimin arayıp bulamadığı ölümsüzlük iksirinin formülüdür. 
Devam edecek olursak burada “Her Devrin Adamı” ibaresinden kastımız onun bu ölümsüzlük iksirini bir şekilde içmiş olmasından kaynaklanıyor. Ama korkuya mahal yok kardeşlerim çünkü bu iksiri ilahi kuvvete malik olmayan hiç kimse dibine kadar içememiştir ve hiçbir canlı bunu henüz başaramamıştır. Yani hepiniz için hala bir umut var demektir her zaman her koşulda olduğu gibi.

Bir sırrı da böylece ifşa ettikten sonra biraz da Thomas More bizim bozuk silahımızın pasını alan sebeplere gelelim. Evvela bu adı her Hukuk, Psikoloji, Siyasal ve Sosyal Bilimler ve de en önemlisi hepsinin kesişim kümesi Tarih öğrencisi bu ismi türlü vesileler ile mutlaka duymuştur ve bu bölümlere aday öğrenciler Ütopya’yı duyacaklardır. Aslında daha ilerde söyleyecektim ama bir kere söylemiş bulundum. Evet beni ona yaklaştıran ve sürekli kalemimin ucunu ıslatan sebep yazarın Ütopya kitabı oldu. Bu kitap hakkında Avrupa Tarihi dersinde aldığım tek bilgi, yazarın Yeni Dünya’da(Coğrafi Keşifler Amerikası) yaşadığını varsaydığı bir millet ve bu milletin kurduğu içinde sonsuz güzellikleri barındıran bir devletin varlığı idi. Fakat onun da özelinde o döneme göre hiçbir yerde olmayan özellikleri barındıran bu devlette kölelerin var olması idi. Yani bizim kerih gördüğümüz ve oturduğumuz yerden şiddetle kınadığımız bu köle mantığını yazarın mükemmel ötesi kuruduğu bir devlet düzeninde dahi kullanmış olmasıydı. Tabi bu konu benim merakını cezbetti. Kitabı satın aldıktan sonra vaktimi bu işe kesbettim. Dahası aynı zamanda yıllar önce çekilmiş olan bir Thomas More filmi ile tüm bu gayretimi taçlandırdım ve nişanesi olarak birkaç yazı kaleme almaya karar verdim. Şayet eğer bu karara muhalif olan bir şeyler yazmamış olsaydım içimdeki bu heyecan Nemrud’un topal sineği gibi beynimi yeyip bitirecekti. Kısacası helak olmaktan korktum ve artık kalemimi oynatmaya karar verdim. Ama bu yazıyı sadece yazara ve kitaba yani Ütopya’ya adıyorum. Filmi namı diğer Her Devrin Adamını ise daha sonra başka bir yazıda karşılaşıncaya kadar sizi bekletme cür’etinde bulunacağım için beni şimdiden affederseniz size minnettar kalırım. Siz de ufak bir sabırla meyvenizi azığınıza koyarsınız.
Esasen beni kitaba çeken amil her ne kadar saçma görünse de benim kitabı okumam için gösterdiğim gayret tam olarak bunun için değildi. Aklımda bu kitabı okuyana kadar Nizamülmülk’ün Siyasetname’si vardı. Yanı Doğunun İnci tanesi. Bunu her ne kadar iki yüz yıl geçmiş olsa da Batı’nın şaheseriyle karşılaştırmak istedim. Aklım bulanmadı ve görüşüm var ile yok arasında gitmedi. Aksine müsademe-i efkardan barika-i hakikat (hakikatçik) tevellüd etti. 
Şimdi itaba geçip Yeni Dünya’ya yelken açalım mı? 
Ne dersiniz, benimle var mısınız?

*Ahmet Hilmi YAŞAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder