9 Nisan 2017 Pazar

BİR MASAL SARAYI -ELHAMRA-


Endülüs Medeniyetinin mimariye yansıyışının en anıtsal örneği olan Elhamra’nın görkem ve acı dolu tarihini bilir misiniz?

8.yüzyıldan itibaren İlâ-yı Kelimetullah gayesiyle İber Yarımadası fethedilmeye başlanmış ve İslam dünyası ile Avrupa'nın batısı arasında bir köprü kurulmuştur. İslam Medeniyetinin, Endülüs’ün kendine özgü ilim ve sanatıyla daha da gelişerek oluşturduğu zengin birikim, bazı tercümeler sayesinde batıya taşınmış böylece Avrupa da bir aydınlanma dönemi başlamıştır. Ziya Paşa ne de güzel anlatır bu sonradan aydınlanmayı;
“Ger Endülüs olmasa ziyâdâr, Kim Avrupa'yı ederdi bidâr” (Eğer Endülüs ışık saçmasaydı, Avrupa'yı bilgisizlik uykusundan kim uyandırırdı?)

Kurulan Endülüs köprüsüyle yaşanan medeniyet alışverişleri ile bölgede zengin bir mozaik oluşmuş ve üç semavi dinin insanları bir arada huzurla yaşamıştır. Bu zengin medeniyeti Nobel Ödüllü Fransız Fizikçi Pierre Curie şu sözleriyle kabul eder;
“Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olurduk”

İşte Elhamra böyle ileri bir medeniyetin mimariye yansıyışının en anıtsal örneği olup, her şeyiyle bir masal sarayını andırır.

Ortaçağ’dan günümüze kalmış Avrupa’da ki en anıtsal Müslüman sarayı olan Elhamra Sarayı, Endülüs’ün muhteşem yüzyılında değil bir politik ve ekonomik çöküş döneminde inşa edilmiştir. 13.yüzyılın başlarında Endülüs’ün son kalesi olan Granada’da (Gırnata) şehre hâkim bir tepe üzerinde inşa edilen saray, tamamlandığı günden itibaren İslamın Avrupa'daki geçmişine tanıklık eden en büyük anıt olarak, İslami-tarihsel mirasımızı temsil etmeye devam etmektedir.

İslam'ın yaklaşık olarak 800 yıl boyunca hüküm sürdüğü Endülüs topraklarında zamana meydan okuyan, İslam sanatının en güzel örneklerinden cennet misali bir saraydır Elhamra.


Sarayın Arapça Kırmızı “Kızıl” anlamına gelen Elhamra sıfatıyla tanımlanması, sarayın dış görünümünde ve avlularda tamamen hâkim olan kızıl renkten ve toprağından ötürüdür. Kızıl renk sarayın hüzünlü kaderini tahmin edercesine adı olmuştur. Keza Arapların Endülüs'te son düşen kalesidir “Elhamra”…

Elhamra sarayı tek bir saraydan ibaret değildir. Şehir içinde şehir barındırır adeta. Bundan akdem Araplar buradan bir kasır değil, Medine olarak bahsederdi. Her yanında meyve bahçeleri, çayırlar, bağlar, saraylarla kuşatıldığını söylemiştir İbn-i Batuta.

Uzun bir zaman dilimi içinde yapılmış olan saray, onu destekleyen birçok yapı barındırır. 3 ana bölümden oluşmasıyla Endülüs’ün incisi olan Elhamra, Osmanlı'nın incisi Topkapı Sarayı’na da benzer. İkisinin mukayeseli anlatımı sanırım Elhamra Sarayı’nı anlamada daha da yardımcı olacaktır.

Elhamra Sarayı’nda ilk olarak karşımıza kamusal işlerin yürütüldüğü Mexuar çıkar. Buradan öteye halk geçemezmiş. Tıpkı Topkapı Sarayı’nda ki Bab-ı Hümayun yani 1.Avlu gibi. Osmanlı’nın Birun kısmı olan bu bölüm halkın serbestçe girebildiği tek alandı. 2. bölüm ise yönetimle ilgili özel işlerin görüşüldüğü Mersinli Avlu’dur. Osmanlı’da ki Divanhane’nin de yer aldığı, devlet işlerinin görüşüldüğü 2.Avlu gibi. Son bölüm ise kralın ve eşlerinin yer aldığı Aslanlı Avlu’dur. Mahremiyet çok önemli bu bölümde. El Hamra, mahremiyetin mimariye en güzel yansımış örneklerinden biridir aynı zamanda. Topkapı Sarayın’da Harem kısmı ayrı tutulsa da, 3. Avluda Enderun kısmından sonra padişahın hususi köşkleri
yer alır. Bu bağlamda Elhamra Sarayı Hitit ve Osmanlı Sarayları gibi 3 ana bölümden meydana gelmiştir.

Saray ve bahçeler, 1302-1309 yılında Sultan III. Muhammed’in hükümdarlığı esnasında inşa edilmiştir. Cennet’ül Arif denilen bu bahçeler Elhamra Sarayı’nın cennet olan özlemini ifade eder ve ince bir zarafetle ilmek ilmek işlenir sarayın her köşesine. Dünyada hiçbir medeniyette su bu kadar güzel kullanılmamıştır belki de. Her tarafta bin bir çeşit meyve ağaçları ve çiçekler. Su ve yeşilin muhteşem bir uyum eşliğinde kullanıldığı bu dillere destan bahçeler gören her gözden aynı özlem dolu kelimeyi dillere döker; Ahhh Endülüs!

Yahya Kemal Beyatlı İspanya’da bulunduğu elçilik görevinde hayran kaldığı Elhamra Sarayı’nı şu sözlerle anlatır. “…Elhamra’ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekan içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir alemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim...” Gerçekten de hayranlık uyandıran asaletiyle, görenleri romantik bir Orta çağ masal sarayının içine sürükler Elhamra.


Elhamra Sarayı; duvarlarına işlenmiş geometrik şekilleriyle, estetik ve statiğin birleşimiyle bugünün dahi mimar ve mühendislerini zorlar. Endülüs Medeniyetinin ulaşmış olduğu parlak zirveyi bir kez daha gözler önüne seren bu sarayda tüm oda ve salonları çepeçevre saran bir sözcük, Elhamra'nın sırrını özetler adeta. Tüm Elhamra Sarayı’na damgasını vurmuş olan bu tılsımlı sözcük, Yusuf Suresi’nden olan “Ve lâ gālibe illallah” yani Allah'tan başka galip yoktur sözüdür. Endülüs düşmüş, İslam Medeniyeti bu topraklarda kaybolmaktadır belki ama bu tılsımlı sözcük Elhamra’yı hala ayakta tutmaktadır. İslam’ın adını göklere haykıran Elhamra, Allah'ın tek galip olduğunu tüm dünyaya gösteren sembol bir anıttır. Bu inancın mimariye yansıyışı Allah’a tevekkül etmenin en güzel örneklerinden değil midir?

Sarayın en görkemli alanlarından Elçiler Salonu’nda Mülk Suresi’nden, Hükümdarın tahtında oturup halkı kabul ettiği yerde Ayetelkürsi’ye sarayın her köşesinde bir ayete rastlamak mümkündür. Elhamra’nın döşemelerinde saklı bu güzellikler, İslam Medeniyetinin en büyük hazinelerinden biridir.

“Böbürlenme sultanım senden büyük Allah var” sözünü hatırlatırcasına sultanları kibirden uzak tutmayı amaçlayan bu ayetler maalesef ki başarılı olamamıştır. Tarık bin Ziyad’ın torunları, Endülüs şehirleri bir bir Hristiyanların eline geçerken dünya saltanatının oyunlarına, tahtın büyüsüne aldanmıştır. 2 Ocak 1492'de Elhamra Kararnamesi'ni kabul eden Endülüs’ün son emiri Ebu Abdullah, şehrin anahtarlarını savaşmadan Aragon Kralı Ferdinand’a teslim ederek şehri terk etmek zorunda kalmıştır. Böylece Endülüs’te ki son İslam toprağı olan Gırnata Emirliği ’de kaybedilmiştir.

Annesi Ayşe’nin: “Ağla oğlum ağla! Vaktiyle bir erkek gibi savunamadığın şeyler için şimdi bir kadın gibi ağlamak yaraşır sana” dediği nakledilir tarihçiler tarafından. Hükümdarın ağladığı bu tepe, daha sonra “Puerto del Suspiro del Moro” yani Mağriplinin/Arabın Ağladığı Yer olarak anılmaya başlar. Elhamra, Granada'yı savaşmadan terk eden bu son emirin gözyaşı döktüğü hüzünlü sonu ile tarih sayfalarındaki yerini alır.

Ziya Paşa, Endülüs Tarihi adlı kitabında İslam’dan sonra Endülüs Medeniyetinin izlerini Tarihçi Voyadu’nun şu sözleriyle anlatır: “Onların sayesinde görülen medeni faydalar ve insani güzelliklerin teşekkürünü ve böyle yüce bir kavim hakkında kendilerinin sonradan ettikleri barbarlıkların dehşetini hala Avrupa halkının kalplerinde çıkaramadılar.”

Elhamra Sarayı Katolik hükümdarların yönetimi altında varlığını sürdürmeye devam etmiştir. 19.yy gelindiğinde ise perişan haliyle dikkat çeker. Saray duvarlarının üstüne ziyaretçiler adlarını kazımış, hatıra olarak yanlarına parçalarını götürmüşlerdir. Cenneti tasavvur ettiren o bahçeleri yok olmuş, su
sanatı çeşmeleri akmıyordu artık. Avrupa’nın geri kalanı cehalet ve karanlığa batmışken, Endülüs Medeniyeti’nin sahip olduğu mükemmeliyet ve aydınlığın yeniden hatırlanması biraz uzun sürmüştür.


Fransız ressam Henri Regnault, Granada’ya gittiğinde Elhamra’nın büyüsüne kapılmış ve “Bunu yapan sanatçının yanında biz barbar, vahşi canavarlarız” diyerek hayranlığını belirtmiştir. Böylesine narin bir zarafet karşısında hayran kalmamak ne mümkün ?

Yıkıntıya dönmüş saray üzerine birçok Avrupalı aydın dikkatleri üzerine çekmeye çalışmış, İngilizce okuyan dünya bir kez daha Elhamra’nın görkemiyle tanıştırılmıştır. Arkeologlar, yazarlar ve ressamlar sayesinde yeniden hatırlanan Elhamra’da, “19. yüzyıl sonunda başlayan yenileme çalışmaları 20. yüzyılda, özellikle yabancı ziyaretçilerin artışı sonucu hız kazanmıştır.” Endülüs birikimini en fazla muhafaza edebilmiş yerdir Gırnata ve Elhamra.

Bugün ise Elhamra, dünyanın her tarafından gelen milyonlarca turist tarafından bir masal sarayı olarak görülmekte ve herkesi büyüleyerek kendine aşık etmektedir. Her bir taşı mazinin ihtişamlı ve hüzünlü öyküsünü anlatır bize. Neleri yitirdiğimizi bir kez daha düşündürür ve hatırlatır. Geçmişin hatıralarında zaman durur ve tarihi bir yolculuk başlar; İslam’ın batıdaki sancağı Endülüs’e…




*Büşra Cansız- İstanbul Üniversitesi- Tarih-Sanat Tarihi

1 yorum:

  1. güzel özetiniz için kaleminize sağlık. Elhamra için satırlar yetmez belki hüznün sarayı acının sesi soluğudur belki öyledir de cennetül arif buna remzen gayri iradi bir cennete önizleme göndermesidir...

    YanıtlaSil